top of page
Search

Aydan Aksakal

bir ağacın altında tek başına uzanmış, uyukluyordu. rüyaya tam olarak daldığı söylenemez ama gördüğü şeyin gerçek olmadığını, olsa olsa rüya olabileceğini hissediyordu. resim ve yazılarla dolu duvarların kapladığı labirentin içinde kayboldu. ağacın altında uzanmıştı ama yürüyordu aynı zamanda. labirentin sonunda onu gördü. kendisini yanına çağırdığını anladı. gitti, uzandı, ona sarıldı. tek başına uyukladığını bilmiyormuş gibi yaparak kendini kandırmak konusunda nasıl mükemmelleştiğini hem kendine hem de rüyasında sarıldığına kanıtladı. sarılan kolların sırtından uzaklaşmasıyla ağacının altına ve tek başınalığına geri döndü. artık uyuklamıyordu, artık kendini kandıramıyordu. tamamen uyanmıştı. gerçekliği hissediyordu. doğduğunu anlamıştı. bunu nasıl anladığını kendisi de bilmiyordu. kalktı ve bu sefer vardığı noktadan geriye dönüp şöyle dedi: “doğduğum bu yere, geri geleceğim”.


doğduğunu anlamıştı ama doğumun ne olduğunu anlayamamıştı. yolun tek yönlülüğünü kavramak zaman alacaktı ama zamanı kavrayan herkesin bildiği gibi zaman alınıp verilebilecek bir armağan değil, sadece kendinden geçerek kendine dönen bir metafordan ibaretti.


gökyüzünde dolanan zeplinde şöyle bir yazı gördü: “dünyaya gelmek, başka bedende sürdürülen yaşamı, ilk meskeni terk ederek bir başkasından gelmek anlamını taşır”.[1] bunu anlamadı. ileride, bunu yazan kadının düşüncelerinde yer alacağını bilmiyordu. sadece yürüdü. geri döneceğini düşüne düşüne ve ileri gitmek istemeye istemeye yürüdü.


yeniden rüya görmek istiyordu, böylece sarıldığı kollara kavuşabilirdi. ancak doğru ağacı ve doğru zamanı tutturması gerekiyordu. zamanı kavrayan herkesin bildiği gibi, doğru zaman öğlen vaktidir çünkü öğlen vakti, gölgenin en kısa olduğu vakittir. bazen doğru ağacı buldu ama zamanı bulamadı. bazen doğru zamanı tutturdu ama ağacı tutturamadı. böyle ilerledikçe rüyanın canlılığını unutmaya başlamıştı. rüyanın canlılığını yitirmenin kademeli, yavaş ve geri dönüşü olmayan bir hadise olduğunu herkes biliyordu. önce labirentin karmaşıklığını yitireceğini, sonra labirentin sonundaki bakışı yitireceğini, ardından kolların sarılışındaki hissi yitireceğini, en sonda da ona fısıldayan sesin ürpertisini yitireceğini biliyordu herkes.


herkesin bildiği, doğru bilgi olacak diye bir şey yoktu ama yeni doğan birinin de herkesin bildiğine ikna olmaktan başka çaresi yoktu. yitireceği her şeyin, nihayetinde kendini yitirmekle tamamlanacağına inandırdı kendisini. bunu, yürürken kendisine açıklamaya çalıştı. beceremedi. o ânda, gökyüzünde dolanan zeplinde şöyle bir yazı gördü: “dünyaya gelmek, yaşamak için kendini ölüme atmakla aynı anlama gelir.”[2] bunu anlamadı. ileride, bunu yazan kadının kitaplarına konu olacağını bilmiyordu. sadece yürüdü. geri döneceğini düşüne düşüne ve ileri gitmek istemeye istemeye yürüdü.


yürüyecek kadar enerjisi olduğu sürece yürümesi gerektiği söylenmişti ona. öteki denizin kıyısına ulaşana kadar yürümesi bekleniyordu. bunu bekleyenlerin kim olduğunu düşünmenin bir önemi yoktu. önemli olanın düşünmeden yürüyebilmek olduğunu açıklamışlardı ona. şayet bunu başarabilirse, ona kahraman diyeceklerdi. aklına ne zaman rüyanın canlılığını yitireceği gelse veya ne zaman tepesine çöreklenen karanlığın nefesini kesecek kadar yakına geldiğini görse, kendine yürümesi gerektiğini çünkü kahraman olmak istediğini hatırlattı.


her gece, gökyüzünde dolanan zeplinde ışıl ışıl şöyle bir yazı beliriyordu: “kendi olmak, doğmanın gerektirdiği kadar kahramanlık ister.”[3] ancak geceleri korkudan gözlerini kapadığı için bu yazıyı hiç görmüyordu. doğru zamanda doğru ağacı bulamıyordu. bu yüzden rüya, kademeleri sırayla ve yavaşça takip ederek kısa sürede tüm canlılığını yitirdi. ayakları daha fazla ileri gidemeyecek kadar tükendi. sonuçta öteki denizin kıyısına hiçbir zaman varamadı ve “Nietzsche adım adım kendisini tüketti.”[4]


Burak Çakır

_____________ [1] Luce Irigaray, doğmak, çev. Naciye Sağlam, s.20. [2] Luce Irigaray, doğmak, çev. Naciye Sağlam, s.20. [3] Luce Irigaray, doğmak, çev. Naciye Sağlam, s.53. [4] Luce Irigaray, ateşi paylaşmak, çev. Naciye Sağlam, s.95.


 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page